KISA FİLM NEDİR?

1.5.07
“Kısa film nedir?” sorusuna cevap bulabilmek için kısa filmin tarihine ‘kısaca’ değinmekte fayda vardır. Sinema ‘kısa’ filmlerle başlamıştır. Bunlar bugünkü anlamda bir tür olarak “kısa film” değil, kısa süreli filmlerdir.İlk olarak Lumiére kardeşler, Paris’te “Lumiére Fabrikası İşçilerin Çıkışı” adlı kısa filmle insanlarla sinemayı tanıştırdılar. Uzunca bir süre (farklı türler doğana dek) yapılan kısa filmler ‘belgesel’ niteliğindeydi. 1920’lerde Amerika’da Flaherty, Almanya’da Rutmann, Fransa’da Cavalcanti, Sovyetler Birliği’nde Vertov, Eisenstain ve Pudovkin’le başlayan belgesel sinema 1930’larda İngiliz Grierson’la gelişti ve bir okul haline geldi. Belgesel film 2.Dünya Savaşı yıllarında büyük bir önem kazandı. Bu dönemde propagandist belgesel filmler üretildi, haber filmleri önemini yitirdi. Somut gerçekliklerin ele alınmasından kaçınıldı, gerçekler çarpıtıldı. Sovyet kuramcısı ve uygulayıcısı Dziga Vertov “Kino-Glaz,Sinema-Göz” kuramıyla kameranın objektifini, insan gözü gibi her şeyi görmeye çevirdi. Doğal yaşamın içindeki insanı gözlemleyen filmler çekti. Vertov’un bu çalışmaları 1960’larda Fransa’da Cinema-Verite’nin doğuşunda etkili oldu. Fransa’da belgesel filmlerle birlikte sanat filmleri de önem kazandı. Belgesel filmcilerden Alain Resnais “Van Gogh”, “Guernica”, “Gaugin” adlı kısa filmler çekti. Yeni Dalga’nın öncülerinden Truffaut, Godard, Rivette, Astruc, C. Marker ve birçok yönetmen de sinemaya kısa filmle başladı. Kısacası, kısa film,sinemanın temelini oluşturdu.

“Kısa film” denince, adından yola çıkarak aklımıza gelen ilk şey,“kısa süreli film” oluyor. Kısa filmi uzun metrajdan ayıran tek şey zamansal farklılık olmasa bile, süre “kısa film”in en önemli özelliğidir. Bir sanat dalı olarak film, belirttiğimiz gibi, kısa gösterimlerle başlamıştır. 1913 yılına dek yapılan tüm filmler on beş dakika ya da daha kısa süreli olmuştur. İlk kez Griffith’in Judith of Bethulia filmi ile daha uzun filmler bir standart haline gelmiştir. Ortalama doksan dakikalık bu standart sürenin belirlenmesinin altında, öncelikle, sanayileşmeyle birlikte sinema salonları seyirci ile buluştuğunda, söz konusu seyircinin o güne dek tiyatro izleyicisi olması yatmaktadır. Seyirci, tiyatro ile edindiği alışkanlıklarını devam ettirmek istemiştir. İnsanların, bir oyunu ve filmi belli bir izleme performansı vardır; bu sürenin üzerinde bir seyirlik izleyiciyi yorar ve izleyemez hale getirir. Buna paralel olarak, 15-20 dakikalık bir seyirlik, yetersiz izlenimi verir. İnsanların bu izleme alışkanlıklarından yola çıkılarak, aslında kısa gösterimlerle doğmuş olan sinemada, bir saat yirmi dakika-kırk dakika gibi bir formasyon oluşmuştur. Yani, uzun metraj filmler, öncelikle, tiyatro alışkanlıklarının, tiyatro izleme süresinin sinemaya aktarımıdır ve bir arz-talep meselesinden ibarettir. Bugün uzun metraj bir filmin süresinin belirleyicisi, sinemanın süreç içinde gelişen ticari çizgisidir. İdeal izleme süresinde seyirci, ödediği bilet ücreti karşılığında ne kadar süre film izleyeceğini bilir. Yine süreye paralel olarak, filmin ortasında bir mola verilir ve izleyici mısır, kola gibi ihtiyaçlarının giderilmesi ile sinemanın ticari diğer yönlerine katkı sağlamış olur.

1910'larda bu uzun filmlerin ortaya çıkışı üzerine “kısa film” terimi kullanılmaya başlandı. Bugün dünyada kısa filmin süresiyle ilgili standart bir tanım bulunmamaktadır. Örneğin, Amerika’da 20-40 dk arası filmler, Avrupa’da ise 20 dk’dan kısa filmler çoğunluk oluşturmaktadır. Bu çeşitlilik, kısa film festivalleri ve yarışmalarına baktığımızda rahatlıkla dikkatimizi çekebilir; kimi yarışmalar 5 dk.’nın altındaki filmleri kısa film olarak değerlendirirken; çoğunlukla 40 dk. sınırı koyulmaktadır.

Kısa filmin en önemli özelliği olan süresi, beraberinde kısa filmi uzun metraj dramatik yapısından ayıran kriterler getirmektedir. Bu kriterler, günümüzde hala tartışılmaktadır ve aynı süre kriterinde olduğu gibi, sübjektif seçimlerle şekillenmektedir. Ancak, kısa filme kapsamlı bir tanım arandığında karşımıza çoğunlukla bu uzun metraj kıyaslaması çıkar. Bu kıyaslamanın başını ise, daha “öz” olmasının getirdiği kestirmeler, zeki olması, sözünü dolaştırmadan çarpıcı bir dille söylemesi gibi nitelikler çekmektedir. Kısa filmi uzun metrajdan ayıran en belirgin özelliği olan zamansal sınırlılık, her şeyden önce yönetmene kısa süre içerisinde çok şey anlatma zorunluluğu getirir. Kısa filmin gücü az görüntüyle çok şey anlatmasındadır; yönetmen anlatmak istediği şeyi kısa, açık, sade ama çarpıcı bir dille ortaya koymak durumundadır.

Biçim ve içerik olarak incelendiğinde, edebiyattaki roman uzun filmle; öykü, kısa filmle eşleştirilebilir. Kısa filmin bir romandaki gibi olay örgüsünü geliştirecek, karakterleri derin biçimde analiz edecek ve durumlar zinciri ile dramatik yapıyı kuracak zamanı yoktur. Bu yüzden, tek bir olay çevresinde gelişen, az sayıda karakter kullanan, basit bir mizansenden oluşan kısa filmler çokça karşımıza çıkmaktadır. Kısa filmde olay, uzun metrajlı filmde ise karakterler ön plandadır.

Uzun filmin, süre özelliği dışında belirgin öğeleri vardır. Karakter açısından, konu karmaşıklığı ve ikincil temalar bakımından, “üç perde yapısı” (dramatik yapı) olarak bilinen belli bir yapıyı karşılamak zorundadır. Yan karakterlerle birlikte, belli janrların kullanıldığı bir tarzdır. Peki kısa film bunların kısa bir versiyonu mudur? Öncelikle, kısa film,daha yalın ve özgür bir tarzdır. Yalın derken, karakter sayısının az oluşu ve konunun da yalınlığı nedeniyle en fazla üç-dört kişi çevresinde dönen kolay bir izleğin işlendiğini kastediyoruz. Bu özellikler nedeniyle, kısa filmin başkarakterinin “sıradan” olmaması gerektiğini önerebiliriz. Bu karakterin yaratılmasında, uzun filmdeki gibi ayrıntılara girilmesi ya da abartılması için zaman yoktur. Yazar Rust Hills, kısa öykü türünden yola çıkarak, kısa film öyküsü dinamiğini şu şekilde açıklar: Karakter, öykünün gidişi içinde yolunu bulur. İkincil karakterler azdır ve ikincil bir tema da yoktur. Genellikle, karaktere sunulan bir seçenekle konu açıklanır ve karakter hiçbir zaman eski durumuna dönmez. Sonuç, bu seçeneği seçmek ya da seçmemekle bağlanır. (D. Wheeler, No,But İ Saw the Movie: The Best Short Stories Ever Made in to Film –Newyork:Penguin 1989)

Uzun film biçiminin perde uzunluğuyla orantısı 1:2:1 biçimindedir. (Birinci perde otuz dakika, ikinci perde 60 dk. , üçüncü perde 30 dk.) Kısa süreli bir filmde böyle bir orantı söz konusu olamaz. Filmin aksiyonunu başlatan katalitik olay (2. perdenin başlangıcı olarak alınırsa) filmin dörtte birinden önce gelmek zorundadır. Bir kısa filmde, bu üç perde oranını uygulayacak olursak, birinci ve ikinci perdenin çok kısa kaldığını görürüz, çünkü 1. perde, yani öykünün kurulduğu bölüm süratle geçmek zorundadır. 1. perdedeki ilişkiler ve karakterler olmaksızın, 2. perdenin karmaşık olaylarının da çarçabuk geçmesi çok zordur. Bu durumda da, kısa filmde karakterin sorununu çözmesi için fazlasıyla bir zaman kalır. Çoğu kısa filmde, iki perdelik yapının daha verimli olduğu düşünülebilir. (Sinema ve Video’da Kısa film-Peter W. Rea,David İrving)

Tür olarak ele aldığımızda ise, kısa filmler genel olarak anlatım biçimlerine göre kurmaca, belgesel, canlandırma ve deneysel başlıkları altında sınıflandırılır. Yine de bu kesin tanımlamaların içinde kombinasyonlar görmek olağandır. Örneğin deneysel bir film canlandırma tekniğiyle çekilebileceği gibi, bir canlandırma filmi kurmaca bir hikaye yapısıyla aktarılabilir. Biçim dışında,uzun filmlerde olduğu gibi,kısa filmler de bazen verdikleri duyguya göre duygusal, korku, gerilim, komedi gibi türlerle tanımlanırken bazen de işledikleri konuya göre aksiyon, macera, fantastik, bilim-kurgu, biyografi, savaş filmleri şeklinde de betimlenebilir.

Bütün bu özelliklerine rağmen, kısa film, önyargılı bir bakış açısından, sinemanın bir türü olarak değil, bir geçiş, deneme aşaması olarak değerlendirilme eğilimi taşımaktadır. Oysa kısa film çekme seçimini ve bunun sinema dili gelişimi adına sonuçlarını incelediğimizde, kısa filmin önemi; hatta sanatsal üstünlüğü gözümüze çarpacaktır.
 

©Copyright 2011 ... | TNB | Blogger Blog Templates