Disturbia & Rear Window
Yönetmenliğini Two for the Money ve Taking Lives filmleri ile tanıdığımız D.J. Caruso’nun yaptığı “Disturbia”, aslında hakkında çok da bir şey yazılmayı hak etmeyen, benim de içinde -utanmadan,sıkılmadan- bulunduğum teenslasher sever kitleye yönelik, günümüz gerilim formüllerine dayalı,eğlencelik bir film. Gişesini sağlama almak için seçtiği kısa yolda karşımıza çıkanlar, romantik komedi ile gerilim türünü harmanlama, popüler kültüre göndermelerle soslama gibi bizi şaşırtmayan basit numaralar. Bu yazıyı uzatacak olan ise, Hitchcock’un 1954 yapımı Rear Window filmi.
Rear Window, Hitchcock sinemasının, Fransızların deyimi ile “testament” filmi, yani yönetmenin sinemasını en iyi temsil eden eseri. Film, alemin Superman’i Christopher Reeve’in felç geçirmesine teselli olarak,1998 yılında, bir Tv filmi olarak yeniden çevrilmişti. Disturbia ise, bir yeniden çevrimden çok, modern versiyon olarak olarak sıfat bulurken, acaba Hitchcock mirasına layık olmayı ne kadar becerebiliyor..
Rear Window’un senaryosu, “İt had to be a murder” isimli kısa öyküden ilham alan alırken, hikayeyi Manhattan’a taşımış ; senaryosuna orijinal öyküde eksik olan aşk öğesini de önemli ölçüde eklemişti. Disturbia, bu öğeye gençlik filmi niteliği ile daha da yüklenirken, hikayesini, sinemada sıkça karşımıza çıkan bir tercih olan ‘huzur kamuflajlı banliyö hayatı’na taşıyor.Zaten film adını da, banliyö anlamına gelen ‘suburbia’ ile rahatsız etmek anlamına gelen ‘disturb’ten oluşan bir kelime oyunundan alıyor.
Hollywood’da 1940’lardan itibaren gelişen ‘giriş çekimi’nin en büyük ustası Hitchcock, Rear Window’u, başrol oyuncusunu tek bir planda tanıtmayı başardığı sahne ile açar: Kamera, bütün filmin geçeceği odada kayarken, biz James Stewart’ın fotoğrafçı kimliğini,bu alandaki başarısını ve geçirdiği kaza ile bacağının kırıldığını,en kısa,sinematografik ve etkili yoldan öğreniriz.Hareket edememenin verdiği can sıkıntısı ile, kimliğiyle özdeşleşmiş fotoğraf makinesini kendine silah edinerek, komşularını gözetlemeye başlar.
Disturbia’da, eş öykü yapısı, Kale karakterinin (Transformers ile gümbür gümbür gelişine hız katan,1986 doğumlu Shia LaBeouf’u izliyoruz) ev hapsi cezası alması ile kuruluyor. Tanıtıcı plan yerine; babasıyla ilişkisini ve onu kaybedişini anlatan,girdiği depresyon sonucu İspanyolca öğretmenine vurduğu sahnelerden oluşan giriş sekansı sayesinde Kale ile tanışıyoruz ve nasıl komşularını gözetler hale geleceğine doğru ilerliyoruz. Ne yazık ki, filmin açılışı, hikayeye psikolojik derinlik kazandıracak eğilimde gözükürken, ev hapsine yol açan tetikleyici öğe olmaktan ileri gidemiyor; karakterimize boyut katmadığı gibi, filmin sonunda, ölen babaya ilişkin, döngüyü yüzeysel de olsa tamamlayacak bir replik dahi duyamıyoruz. Bunun yerine, klasik bir ergenlik unsuru olan komşu kızı fantezisi filmin yan hikayesini oluşturuyor. Teen-adaptation filmimiz bu vesileyle kimlik bunalımı, özgürlük kaygısı, ailevi sorunlar,cinsellik ile harmanlanıyor. Rear Window’un Grace Kelly’sini oynayan esas kız Ashley (Sarah Roemer) yan apartmana taşınana kadar, Kale, 2000’lerimizin video games, itunes music store, xboxlive, trash tv ortamı ile oyalanıyor, böylece biz de bol bol reklama maruz kalıyoruz. Kısa zaman sonra, anneden gelen kısıtlamalar ve Ashley vesilesiyle, “TV’siz gerçek hayat: pencerenin dışındaki dünya”ya yöneliyor ve filmin mizah unsuru görevini üstlenmiş en yakın arkadaşı Ronnie (Aeron Yoo)’i de röntgencilik hazzına beraberinde sürüklüyor. Ronnie karakteri, şüphesiz,'gerilim filminde, izleyiciye, arada nefes alması için güleceği öğeler vermelisiniz’ kalıbını getiren Hitchcock’un Rear Window’undaki bakıcı Stella karakterine denk düşüyor. Ronnie&Kale ikilisi, başta bikinili kızımız olmak üzere, karısını aldatan adam, Kale’le uğraşan veletlerin odası gibi reality showları izliyorlar; Ashley’nin de aralarına katılmasıyla Robert Turner’a ve işlediğini düşündükleri cinayete odaklanıyorlar.
Bundan sonra, “gözetleme” boyut atlayıp; araştırma,takip, kameraya kayıt, hatta cepten canlı yayına doğru, son teknolojiyle tam gaz ilerliyor. Film ilerledikçe, Rear Window’dan farklı olarak, katil kişinin durumu fark etmesi ve müdahaleleri finale kadar beklemiyor ve kovalamacalar,filmin ikinci yarısını bildik bir gerilim filmine çeviriyor. Kimi sahnelerde Japon korku filmlerine göz kırpıp gülümsetirken; ortalama bir seyir keyfinden sonra, insan Hitchcock’un finalindeki flaş patlatma sahnesini özlemeden edemiyor.
Hitchcock’un Rear Window’unun üzerinden 50 yıldan fazla geçti.İki dönem arasındaki teknolojik uçurum Disturbia filmi boyunca gözümüze gözümüze sokulurken, aklımıza da ister istemez ‘peki bunca imkan sinema sanatını ne kadar ileri götürmüş’ şüphesi düşüyor. Disturbia sinemaya bir şey ekleyen bir film mi,kesinlikle değil. İzlemeye değer mi; mutlaka değer, en azından teknolojinin youtube’lardan çok uzak olduğu dönemde Alfred Hitchcock adlı yönetmenin yaptığı sanata en baştan ağız açık hayran kalmak için. Önümüzdeki 50 yıl içinde, büyük bütçe ve teknolojilerle şüphesiz çok çok özel filmler çekilecek, ama Hitchcock her zaman başka olacak. Aynı Hitchcock sineması gibi,insanın temel içgüdülerinden skopofili de şüphesiz baki kalacak; zaaflarımız üzerine de Disturbia,Truman Show,8mm,One hour photo gibi nice filmler çekilecek ve bizler karanlık sinema salonlarımızda gözetlemeye devam edeceğiz..
Title
Author description.......................