kişisel zıplamalar

10.10.09
30.10.09
Oğuz ve Fatih abi. Yurt dışında yaşadıkları için anca bu yaşımda tanıştığım akrabalarım bunlar. Tatsız bir 'geçmiş olsun' için bizdeler. Benim klip çektiğimi öğrendiler, 'bizim de orkestramız vardı' dediler. 'Grup' demiyorlar. 60'larındalar. Birden neşelendiler. İlk çaldıkları parçayı hatırladılar, rakip 'orkestra'lara güldüler, sahnede fazla sarhoş olup çalamama anılarını, Fatih abi'ye elektrik çarptığını, Oğuz abi'nin müziğe 'sen bir şey çalamıyor musun, sen de söyle o zaman' cümlesiyle tesadüfen başladığını, 'ama ama ama o kadar da tesadüfen değil, ingilizce bildiği için'ini anlattılar.Hasta ziyareti kahkahalandı. Ben de bir tiltim bu aralar, Fatih abi "En güzel 3 yılımdı" diyince gözlerim doldu.Ben bunları yazmaya geldim, hala içeriden sesleri geliyor: "Bas gitar hikaye zaten, ben sonradan gerçek gitar çalmaya başladım, elektro gitar". Çok tatlılar.



24.10.09
gukte dün pastasını yerken çok filmmiş. o sahne, bi de taksime geçerken yoldaki paramparça sahnesi ne yapıp edip ilk filmine girecekmiş.



23.10.09
Hala sanat kafalarındayım ama artık bunu toplum içinde söyleyecek kadar çocuk değilim.



20.10.09
Uzun zamandır ‘çok kötü bir gün’ dediğim olmamıştı, sonra bugün geldi çattı. Her şey, bir klibi müziğe fazla uyumlu kurgulamamla başladı. Aslında, öncesinde 45 dakika kadar dolmuş beklememle; ama o hikaye şimdi yazacaklarımdan bile sıkıcı. Sonra saat 12’de, tam 12’de, telefonum kötü bir haber için daha çaldı..

Hayatına yabancılaşan işkoliklerin, obsesif mükemmeliyetçilerin, Türkiye’de yaptığı işi iyi yapmaya çalışan ‘deli’lerin, hayalperest idealistlerin, azimli başaranların ya da kaybeden-kaybolan sanatçıların hikayesini yazmak kolay. Halbuki hikayenin aslı gayet şansa bala, biraz da para. Hadi biri bunun filmini yapsın!

Bazı günler size 1 yılınıza mal olduğunu hissettirir ve bir ay sonra 1 paket sigara içirir ya, öyle özel bir günün ardından, kafamda bin bir duygusal istifayla, bin bir saçmalıktan kaçarak televizyoncu bir arkadaşımla buluştum. Herkes birbirinden beter kafalarda. Ona da dediğim gibi, biri müzik ya da sinema yapmak isteyince, bana çok romantik geliyor. Ve sadece romantik geliyor artık..

Bir o kadar kötü geçen bir geceden sonra (böyle günlerde devamlılığın önüne geçmek mümkün değil!), 12’de moralimi bozan telefon numarasına mesaj attım. Galiba ‘elimizden geleni yaptık’ cümlesini kurabileceğimiz günlere geldik, dedim. Yazdığım mesajı çok beğendim. 28 yaşıma basmadan (tam 3 gün önce) kendime dürüst olabildim.

Sonra eve geldim, birkaç gün önce yaptığım çok da ‘önemsiz’ (!) bir montajın, ‘deli’ olduğum için kastığım bir sekansının vimeo linki ile karşılaştım. Birileri ‘önem’ vermiş, gülümsemiş diye heveslendim. Sonra şu televizyoncu arkadaşımın getirdiği set fotoğraflarımıza baktım, şimdi de bunları yazdım.

Bazı ilişkiler hastalıklı. Hayatımız boyunca müzik duyduğumuzda, film izlediğimizde canımızın yanmasını göze alamayacağımızdan, devam edeceğiz.



10.10.09
Küçük bir kadının, üzerinde bir havluyla, bir ofis sandalyesinde gözünün dalması ve yarım saat boyu öylece kalması gerçek hayatta büyük göstergebilimselken, bir film için çok kötü bir sahne. Benim sinemayla ilgili kafamı karıştıran şeylerden biri bu.

 

©Copyright 2011 ... | TNB | Blogger Blog Templates