3. gün özgürlüğümü ilan ettiğimi ilan ettiğimi biliyorum ama bugün kahvaltıdan eve dönüşe kadar tek başıma olduğum tek gündü :) Bu da konsepti özetleyen fotoğrafımız.
Baştan başlayalım: Köln’de ilk gün, kutu odamdayken, tek başıma yaşamayı ne biçim özlediğimi fark etmiştim.
Üçüncü gün, bir ülkede de tek başıma yaşayabileceğimi fark ettim :)
Sondan bir önceki gün, Rhein dolaylarında sarhoş olmaca konseptli ilk gündüz kölsch’üm eşliğinde, artık başka bir şehirde yaşamam gerektiğinden emin oluyorum yüksek müsadelerinizle. Belli ki daha güzeline değil, yenisine ihtiyacım var, erkeğim biraz.. :/
Bunları düşündüğüm 3.0,5 içtiğim mekandan kalktığımda, e peki Köln’den sarhoş olmadan mı döneceğiz (biraz sarhoşum farkında değilim) diyerek şu hep gözüme takılan ayakta içmece konseptli yere uğramaya kadar verdim. Sonra da, sora sora rock bar bulunur dedim ve güne orada devam ettim.
Çok tilt-çok tırt duracak biliyorum ama kendimle vakit geçirmeyi çok özlemişim; alman gençler gibi bağıra bağıra şarkı söyledim, barmenle fransızca muhabbet ettim, gereksiz yere çok eğlendim.
Hikaye tam renklenmeye başlamıştı, 'sora sora rock bar’dan sonra filmimiz koptu. Fotoğraf makinasından çıkan mekanların yarısı bende yok :)
Bir sonraki sahne: Wiener Platz durağındayım. Bu kafayla GamesCom’da kaybolacağım (malum çok büyük) dünyanın en kesin şeyi diye söylene söylene (ve yeni biramı içe içe, zira almanım biraz) tramvaya bindim. GamesCom’a gidince do you speak english diye çıkıştığım ilk insandan aldığım cevap hayallerimi yıktı: Gamescom festival başka bir yerdeydi ve bu yer taa bi şeyinin bi şeyindeydi. Hemen moralim bozuldu, ay imkansız orayı bulamam, ay ay ayakta duramıyorum derken, U1’e bineceksin cevabı alınca oldukça heyecanlandım; çünkü ulan habire 4’e ve 18’e biniyoruz, bu 1’ler filan nereye gidiyor diye meraklanmıştık dün, Ergün rehber de çok uzağa diye muşmuşlamıştı. Ben 1’e binme ihtimalimin heyecanıyla şu an hatırlayamadığım bir şeyler yaptım ve kendimi festivalin arasında gerçekleştiği rivayet edilen 2 duraktan birinde bulmayı başardım. Bi de baktım minik bir stage...
Yanlış mı geldik derken bi do you speak english daha çaktım ve işte ana sahnenin karşısındayım! Oh god festival ortamını ne biçim özlemişim! Sırıtarak etrafıma bakınırken düşündüm de, üşenmeyip şuna tek başıma bu kadar azmettiğime ve şu kadarcık şeyden bu kadar mutlu olduğuma göre, yaşayacak daha bayağı bir şeyim var benim. Kimse de hiç bir sağlığımdan şüphe etmesin.
Neyse, herkeslerin elinde kiosk biraları olduğunu fark ettim; hemen ilgili sokağı buldum, cemre kardeşimi andım, en büyük boy kölsch’ümü aldım ve sahneye yanaştım. Bir önceki grubun çıkmasına 20 dk var, bunda önlere yılışayım ki Guano Apes’te önde olayım, öyle öğrendik biz Türkiye’de. Bir de bakarım VIP bi alan. Biz sahne önü 50 TL diye görmüşüz. Madem ki cemreyim, girer miyim giremez miyim. Hemen de girdim :) Tam çöktüm, biramdan bir yudum aldım, sigaramı yaktım ki almanca bi adam benim kölşü gösterip yanındaki ablaya sert sert bir şeyler dedi, abla da telsizine konuşarak önlere doğru ilerledi. Ben ya benim ya biramın burda olmasının yasak olduğunu çok hızlı bir şekilde anlayarak planımı yaptım: Abla görevlilerle geri gelene kadar biramı bitirmek zorundayım. (nedense bir yerlere bırakmak filan hiç gelmiyor aklıma). Hayatımın en hızlı içtiğim biralarının bir diğeri bittiği gibi Madsen sahneye çıktı, güvenlik gelmedi ya da geldiyse de bende görecek derman kalmadı; bu festivalde yasak diye bir şey olmadığı ise kısa sürede anlaşıldı. Yanımdaki abi-kardeş, benim benden büyük kölsch’ümü alenen fondip yapmama büyük saygı duymalarından olacak, bira almaya gidiyoruz sana da alalım mı güzelliği yaptı.
Sadece “ooo” ve “aaa”lara eşlik edebildiğim, almanca esprilerine anlamadan çok güldüğüm, grubun özelikle gitaristine hasta olduğum konserde o kadar çok dans ettim ki, 2. bis dolaylarında buradan çıkıp su almak zorunda olduğumun farkındaydım ve geri dönmeyi asla başaramazdım çünkü önden 5. sıradaydım...
Eski yerimin daha güzeline geçmem sadece 3 dakikamı aldı, kimse şş kardeş nireye diye kızmadı, gülümseyerek yol verdi, öyle bir medeniyet hali. Yarım saat kadar yeni Apes bekleme arkadaşlarımla muhabbet ettikten sonra Sandra abla boy gösterdi ve Gökçe kendini neredeyse en öne atıverdi. Pretty in scarlet, open your eyes, lord of boards başı şekmek üzere, değil ne kadar çok sevdiğimi ne kadar çok dinlediğimi, varlığını bile unuttuğum çocukluğumun parçaları, ve iddia ediyorum Sandra’dan sonra Köln’ün en çok eğlenen insanı benim! Sandra hiç yaşlanmıyorsa biz de yaşlanmıyoruz arkadaş! Hiç bitmesin, çok özlemişim :)
Festival boyunca buraya nasıl geldiğimi ve nasıl döneceğimi hiç aklıma getirmemiştim tabi. Nasıl döndüm onu da bilmiyorum, bir arkadaşımızın halk arasında "gökçe sen tesadüfen hayatta kalıyorsun" olarak bilinen özlü sözünü bir kez de Köln’de anmak istiyorum. 3 aktarmalı yolculuk bir yana, gecemin son başarısı hadi galba 2 durak daha kaldı'lar boyunca kusmamam olmalı :) Son söz: Gelenek yine bozulmadı, en çok eğlendiğim gece tatilin son gecesi. Eğlenmek olur da, bildiğin maddi-manevi olarak hayatımın top10 listesine giriş yaptı kendisi ;)